Aziz ve muhterem kardeşlerim.
Hepinizin de bildiği gibi, bizleri yoktan var eden ve çeşitli nimetleriyle nimetlendiren Yüce Rabbimiz, şu muhteşem eşsiz kâinatı biz insanların emrine ve hizmetine sunmuş bulunmaktadır. Bu ilahi sunuş; insanın kâinatın özü ve yeryüzünün halifesi olarak yaratılmış olması hikmetine ve takdirine dayanmaktadır. Bu ilahi takdir ve teshir gereği, kainat insan hayatının devamı için çok yönlü muazzam bir fabrika halinde çalışırken; bu kadar önemli bir mevkide olan insanın başıboş kalması ve sorumsuzca yaşaması elbette düşünülemez.
Şu sonsuz kainatın ve içerisindeki had ve hesaba gelmez irili-ufaklı varlıkların ve alemlerin bağlı bulundukları ilahi “tekvini” kanun ve nizama mukabil, eşref-i mahlukat denilen akıl ve şuur sahibi bulunan insanoğlunun da bağlı bulunduğu, bağlı bulunması lazım geldiği, “teşrii” denilen ilahi bir kanun ve nizam vardır ki, buna ‘İslam nizamı’, ‘şeriat kanunu’ denir. Bu sorumluluk “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”[1] fermanıyla özetlemiş bulunmaktadır. İman, amel, ahlak, hüküm ve kanun planındaki sorumlulukları ihtiva eden ilahi fermana “bela” ve “lebbeyk” diye mukabelede bulunan Yüce Allah’a ve hükümlerine tabi olan insanlara “Mü’min ve Müslüman”, asi olanlara, yani kabul etmeyenlere de “Münkir, Müşrik ve “Kafir” denir.
“Biz gerçekten insanı ahsen-i takvim (bir suret)de yarattık[2] ayetiyle tebcil edilen ve “A’la-yı illiyin” (yüceler yücesi) bir makamın namzedi olarak mütalaa edilen “Mü’min-Müslüman” insan bir şeref ve saadet timsali olurken; “Münkir/ Müşrik” ve “Kafir” insanlar da “…hayvanlar gibi, hatta hayvanlardan da daha sapık”[3] diye, Yüce Allah’ımız tarafından takdim edilmekte ve; “sonra onları esfel’is safiline (aşağıların aşağısına ve cehennemin en alt tabakasına)red ettik.”[4] ayetiyle de makam ve mevkileri de belirtilmiş bulunmaktadır. Ki kâfir, münkir ve müşrik denen insanların, yevm-i kıyamette hayvanların toprak olmasına imrenerek, ‘keşke biz de (şu hayvanlar gibi) toprak olsaydık’[5] diye hayıflanacaklarını Kur’an-ı Kerim bize haber vermektedir.
Hülasa olarak, şu kainatın yüce yaratıcısı olan Şanı Büyük Rabbimiz, insanlara sadece kendisine ibadet etmeleri için yaratmış ve çok çeşitli özelliklerle-kabiliyetlerle teçhiz ederek bezetmiştir. Allah’a ibadet; emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak suretiyle olur. İslam’ı yaşamak ve onu hayatın tüm cephesine hâkim kılmak anlamında olan bu ilahi emre uyanlar için ebedi cennetler ve Allah’ın rıza ve cemali vardır. İslam’a tabi olmayıp da nefislerine, şeytanlara veya başka “izm”lere, yani beşeri ideolojilere tabi olanlar için müthiş cehennemler, lavlı ateşler ile ilahi gazap ve çeşitli azaplar hazırlanmıştır.
Çok kıymetli mü’min ve muvahhid kardeşlerim… Bizler ve sizler, yani bütün insanlar bu kadar önemli bir imtihanla karşı karşıya bulunduğumuzu düşünerek, ona göre hareket etmeliyiz. Ebedi cennetler, imanlı ve Müslüman insanları beklerken, buna layık olmanın yolunu aramak ve en çok onu kazanmak için çalışmaktan başka hiçbir yolun ve işin akıllıca bir iş ve yol olmadığını anlamalıyız ve ona göre de hazırlanmalıyız.
İşte; şu fani dünyada ve misafir olarak imtihan için geldiğimiz bu geçici alemde ve kısacık hayatımızda Yüce Allah’ımızın bizlere yüklediği ilahi emirlerini ve kulluk görevlerimizi gereği gibi yerine getirebilmemiz için ara sıra bir araya gelerek sohbet edeceğiz. Bu sohbetlerimizde bildiklerimizi birbirimize anlatarak, bilmediklerimizi öğrenerek, Yüce Allah’ımızın bizlerden istedikleri ilahi emirlerini ve müşterek görevlerimizi beraberce öğrenmeye; öğrendiklerimizi de -gücümüz nispetinde- tatbik etmeye gayret edeceğiz. Böylece; mü’min ve müslüman olduğumuzu -fikren ve fiilen- ispatlamaya çalışacağız İnşallah.
Yüce Rabbimiz, tevfik ve hidayetine cümlemizi mazhar eylesin. Âmin
ESSELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETULLAHỈ VE BEREKATÜHÜ EBEDEN DAİMEN
[1] Zariyat: 56
[2] Tin: 4
[3] Araf: 179, Furkan: 44
[4] Tin: 5
[5] Nebe: 40